<h1> </h1><p>Bu başlık Ali Bulaç’ın vaktiyle Fethullah Gülen hakkında yazdığı meşhur “Ağlayan ve ağlatan Hoca” hoca başlıklı yazısına ta’riz olarak yazıldı.<br /><br />Ancak başlıkla ilgili küçük bir açıklama yapmam lazım.<br /><br />Bu yazının başlığı ile Sayın Bulaç’ın meşhur yazısının başlığı arasında basit bir farkı var.<br /><br />Bulaç o yazısında “ağlayan ve ağlatan” sıfatını Fethullah Gülen için kullanmıştı.<br /><br />Oysa ben “Gülen ve güldüren” sıfatını Ali Bulaç için kullanmadım.<br /><br />Başlıktaki ilk “Gülen” kelimesi Fethullah Güleni işaret ediyor.<br /><br />Yani asıl gülen O.<br /><br />Diğer kelime, yani “güldüren” sıfatı ise Ali Bulaç’ı işaret ediyor.<br /><br />Zira son zamanda yazıp söyledikleri ile herkesi güldürüyor.<br /><br />Gülen’i keyifle güldürüyor; bizi ise acı acı…<br /><br />Her neyse… Bulaç’ın malum yazısını muhtemelen okumuşunuzdur.<br /><br />Okumayanlar internetten bulup okuyabilirler.<br /><br />Ali Bulaç o yazısında Fethullah Gülen’i “artistlere taş çıkartacak bir profesyonellikte ağlamakla ve ağlatmakla” niteliyordu. Ayrıca Gülen’in “Peygamber (asv) adına saçma sapan rüyalar uydurduğunu” söylüyordu.<br /><br />Çok ağır ifadeler kullanıyordu.<br /><br />Tabir-i caiz ise Amerikan uşağı olmakla itham ederek şöyle diyordu: “Ben kişisel olarak bunu yadırgamadım; çünkü adamlar birilerini besliyorlarsa, bunun bir bedeli vardır. Şimdi bu bedeli ödemelerinin tam zamanıdır... Bunlar 'zihn-i müşevveş' kimseler değildir, tam aksine 'muallem' kimselerdir...”<br /><br />Bunlar tabi – o gün için - çok ağır ifadelerdi…<br /><br />Hatta bugün için bile belki ağır kaçabilir…<br /><br />Ancak gün geldi, Ali Bulaç “Ağlayan ve ağlatan Hoca”nın medyasına transfer oldu.<br /><br />Bu transfer bir “nasıl hidayete erdim” öyküsü değildi tabi ki…<br /><br />Yani Ali Bulaç bu medya grubuna bir “hidayet öyküsü” anlatarak geçmedi.<br /><br />Ama yine de Bulaç’ın “Ağlayan ve ağlatan Hoca”dan, “Hocam tuttuğun altın olsun, sen bizi bu dünyada güldürdün, Allah da seni öbür dünyada güldürsün” noktasına gelmesini herkes biraz yadırgadı.<br /><br />Ancak sonuçta o profesyonel bir yazardı.<br /><br />Profesyonel bir yazar olarak Gülen Cemaatin yayın organlarında yazıp çizmesi, konuşması gayet doğaldı.<br /><br />Çünkü profesyonel bir yazarın – parası ödendiği sürece – düşüncelerini nerede açıkladığının çok fazla bir önemi yoktu. Önemli olan görüşlerini özgürce ifade edebiliyor olmasıydı. Bu yüzden orada yazıp konuştuğu için – nezaketen de olsa - Cemaat eleştirmesini kimse beklemiyordu.<br /><br />Ama Gülen cemaati ile Ak Parti arasındaki iplerin kopmasıyla her şey değişti.<br /><br />O zamana kadar bağımsız bir entelektüel olarak gördüğümüz Ali Bulaç bir “lejyoner” gibi davranmaya başladı.<br /><br />Türkiye’de Cemaatin bürokraside nasıl paralel bir yapılanmaya gittiği taşradaki sarı çizmeli Mehmet Ağa tarafından bile görülürken, Bulaç gibi Türkiye’nin en saygın entelektüellerinden biri tarafından görülmüyor olması, gözümüzün içine baka baka bunun olmadığına bizi ikna etmeye çalışması şaşırttı bizi.<br /><br />Sosyal bilimciliğine yakıştıramadık.<br /><br />Geçmişte Peygamber hakkında saçma sapan rüyalar uydurmakla suçladığı Fethullah Gülen (ve Cemaati)’in son dönemlerde uydurdukları saçma sapan rüyalar ve halüsinasyonlar hakkında iki kelam etmemesini yadırgadık.<br /><br />İlahiyatçılığına yakıştıramadık.<br /><br />Dinler arası diyalogda bırakın Yahudi ve Hıristiyanları, Budistlere, hatta ateistlere bile yer bulan bir Gülen (ve Cemaatinin), akıl, mantık ve izan ölçüleriyle izah edilemeyecek bir dil üslup ve psikoloji ile Şia düşmanlığı yapmalarını eleştiren iki satır bir yazı yazmamasına bir anlam veremedik.<br /><br />Ümmetçiliğine yakıştıramadık.<br /><br />Ak Parti ile ilgili eleştirilerinde “Yok canım o kadar da değil” dedirtecek türden eleştirilere çanak tutan yazılar yazıp mülakatlar vermesini yadırgadık.<br /><br />Ferasetine yakıştıramadık.<br /><br />Vesselam örnekler çoğaltılabilir.<br /><br />Ama bunun bir önemi yok.<br /><br />Zaten Bulaç’ı takip edenler onun nereden nereye geldiğini zaten biliyorlar.<br /><br />Peki Bulaç’ın bunca yıllık düşünsel geçmişini hiçe sayarcasına, tıpkı bir “lejyoner” gibi davranmasının sebebi ne olabilir?<br />Bu şekilde davranması için iki ihtimal var: Ya zihninin “müşevveş” olması lazım; ya da “muallem” olması lazım.<br /><br />Ben şahsen Sayın Bulaç’ın zihninin “müşevveş” olduğu kanaatinde değilim.<br /><br />Ama “muallem” olup olmadığından emin değilim…<br /><br />Zira Sayın Bulaç, - kendi ifadesi ile söyleyecek olursak - profesyonellere taş çıkartacak bir artistlikle, tıpkı bir “lejyoner” gibi, “çevir kazı yanmasın” kıvamında Cemaati savunan analizler yapmayı sürdürüyor.<br /><br />Tabi bu durumda insanın aklına ister istemez Ali Bulaç’ın “Ağlayan ve ağlatan Hoca” başlıklı yazısında söyledikleri geliyor: “Ben kişisel olarak bunu yadırgamadım; çünkü adamlar birilerini besliyorlarsa, bunun bir bedeli vardır. Şimdi bu bedeli ödemenin tam zamanıdır...”</p>