"Eyvah Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava çetin, bu dava büyük" ... demişti biri.
"Türk beklenendir, özlenendir." demişti başka biri.
"Bazıları sonradan büyük olur bazıları ise zaten büyük olarak doğar; Türkiye, büyük doğanların ülkesidir." demişti başka biri.
"Ben; Bağdat' a, Kahire' ye vizesiz gitmenin planını yaparken benden Diyarbakır için vize isteyecek olana şaşarım." demişti bir diğeri.
"Yarab beni bir mubarek toprağa indir" diye dua edince Nuh, Allah onu bu topraklara indirmişti.
...
Türk kelimesine takılarak bu yazıyı okumayacak olanlar bile olabilir.
Oysa, Türk derken bir ırkı kasdetmediğimizi bilenler bilir. Dahası, düşman da onu kasdetmiyor zaten. Tıpkı bilge kral ve nicelerinin dediği gibi...
Biz bu toprakları Türk, Kürt, Arap, Kıpçak birlikte yönettik, yönetmeye devam ediyoruz.
Bilin ki birileri sizi Türk-Kürt, Sunni-Şii diye adlandırıyorsa bir hesabı olduğundan dolayı öyle adlandırıyor.
Bunun en muşahhas delili Aliya' nın şu dizeleri olsa gerek.
"Merhaba efendim, ben Aliya.
Aliya İzzetbegoviç.
Bosna-Hersek'in cumhurbaşkanıyım.
Sizi Devlet-i Aliyye'nin en güzel şehirlerinden birinden, Bosna Sarayı'ndan, sizin daha sık kullandığınız haliyle Saraybosna'dan selamlıyorum.
Bu kısacık sohbetimizde, parçası olduğumuz Avrupa'dan, Avrupa'nın ve Batı'nın aslında ne olduğuna dair bazı tecrübelerimden bahsetmek istiyorum.
Sen Türk’ sün. Bir ırk, bir din, bir mezhep değilsin, olamazsın.
Batı, Haçlı Seferlerini düzenlerken Araplara Arap demiyordu, Türk diyordu.
Çanakkale’de Kürtleri boğazlarken onlara Kürt demiyordu, Türk diyordu.
Ne zaman ki onlar çıkarı için yeni devletlere ihtiyaç duydu, Arap’a Arap demeye başladı.
Seni ondan, onu senden ayırdı. Bugün de Kürt’ü senden, seni Kürt’ten ayırmak için gece ve gündüz çalışıyor.
Aslında onlar bizi Müslüman diye ayırmıyorlardı, bize Türk diyorlardı.
Hatırlarsınız Birinci Dünya Savaşı başlatılmıştı. Bu savaşın en önemli amacı ise Devlet-i Aliyye'yi çökertmek ve sömürgecilere karşı direnen son kaleyi tarumar etmekti. Bunu başardılar da.
Dünyayı sömürgeleştirmek isteyen, bunun için bazen dini, bazen dili, bazen ırkı, bazen mezhebi kullanan işgalcilere karşı insanlığı, kardeşliği bir arada yaşama idealini korumak için direndik.
Çare bulmak ümidiyle gittiğimiz her toplantının aslında düşmanımıza daha fazla zemin hazırlama çalışması olduğunu fark edince Avrupa'nın ne demek olduğunu anlamıştım.
Onlar için biz yoktuk. Avrupa'nın ortasında bir halk, sadece Müslüman olduğu için, hakkını hukukunu demokrasiyle aradığı için katillerin önüne elleri bağlı halde terk edildi. Ben halkımı bir savaşın yaklaştığına dair ikaz ettim, ama itiraf etmeliyim ki bir savaşın içinde olduğumuzu söylerken bile 20. yüzyılda bir millete soykırım uygulanacağını, hele bunun Avrupa'nın gözünün önünde ve hemen yanında...
Biz, kendi çocuklarımız en azından tebessüm edebilsinler diye yaşadıklarımızı yeni nesillere anlatamıyoruz, anlatmayacağız.
Ama sen bizim yaşadıklarımızı sakın unutma!
Onlar askerleriyle, basın ve medyasıyla, kurumlarıyla çok güçlüler. Onların güçlerinden degil, ikiyüzlü olmalarından kork.
Ey Türk’ün Evladı!
Bizim korumaya çalıştığımız sancak, Yemen’de, Çanakkale’de, Filistin’de, Kırım'da, Açe’de, Türkistan’da korunmak istenen sancakti. O, ne bir dinin, ne bir ırkın, ne bir dilin, ne bir mezhebin sancağıydı. insanlığın, tek başına insan olmanın temsiliydi.
Sömürgecilerin karsisinda sakın yere düşme.
Biz, Çanakkale’den sonra direnisi devam ettiren nesiliz. Sen, direnişin degil, dirilişin nesli olacaksın. Korumak için degil, düzen kurmak için çalışacaksın. Sen varsan biz olacağız. Sen ayaktaysan biz yaşayacağız.
Ey Türk’ün Evladı, asla unutma!
Sömürgeciler, seni tamamen Asya’ya sürmek için planlarini adim adim işletecekler. Bir gün sıra sana da gelecek. Seni yok etmek için bin yıldır hazırlananlar, bir gün bile durmadan çalışıyorlar.
Bizi, onların bize yaptıklarını ve sorumluluğunu sakın unutma.”
Selam ve dua ile.