Birkaç yazıdır Batının yavuz hırsız misali, kendi suçlarını bir “pelerin” ve bir “örümcek ağıyla” örtmeye çalıştığından bahsediyoruz. Asıl anlatmak istediğimiz, vahşi, zalim ve haydut olan batının, tarih boyu işlediği onca cürümlerini ustaca örtmeye çalışmasıdır. Bununla da yetinmeyip vatanlarını işgal ettiği, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini talan edip çaldığı mazlumları da terörist olarak lanse etmektedir. Daha acı olanı da bu konuda büyük oranda başarılı da olmaktadır.

İstedik ki, kısık sesimiz le de olsa, batılıların emperyalist emeller uğruna Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da, Amerika’da hatta birbirleri arasında nasıl bir tarihe sahip olduklarını özetle paylaşalım. Ola ki bir farkındalık oluşumuna katkı olur. Biraz gerçek tarihten haberdar olan ve yalan söyleyen tarihin aldatmalarından sakınabilenler zaten biliyorlar. Ama batının sahte kahramanlarıyla büyüyen ve batıyı şefkat abidesi gibi gören zavallılar belki biraz uyanırlar.

Avrupalıların Afrika’yı topyekûn köleleştirmesi, Kolomb’un Amerika’yı keşfinden 50 yıl önce başlamıştır. Bu işi ilk başlatan da altın bulma ümidiyle batı Afrika’ya giden Portekiz prensi gemici Henry’dir. 1441 yılında ilk defa Afrika’ya ayak basan Portekizliler, Afrika’dan dönerken yanlarına 10 Afrikalı köleleri alarak Avrupa’ya götürerek bedava iş gücünü de keşfetmişlerdir. Daha sonra Gine kıyılarında ‘Elmina’ adını verdikleri altın madeni, kısa zamanda Afrikalıların alınıp satıldığı köle pazarına dönüşmüştür. XVI. yüzyıla gelindiğinde 200.000 Afrikalı, Avrupa ve Atlantik’e köle olarak taşınmıştır. Dünden bugüne devam eden, emperyalist sömürgeciliğin en acımasız işgal sahası şüphesiz Afrika kıtası olmuştur.

ANGOLA, uyanışın ilk ve en tutarlı sembollerinden biriydi. Portekiz sömürgecilerine karşı mücadeleyi başlatan MPLA’nın haraketi ‘Salazar’ diktasının en acımasız işkence ve saldırılarıyla karşılaştı. Buna rağmen iktidarı alarak işgalcileri kovan Angola halkı, bu kez de ABD komplolarından kurtulamadı. 1976’daki zaferden sonra CIA güdümlü kontra örgütlerinin saldırıları 300 bin Angolalının ölümüne neden oldu, 80 bini ise sakat kaldı.

CEZAYİR, 1830’da Fransa işgaliyle başlayan acılar halkın yakasını hiç bırakmadı. Petrol ve maden yataklarıyla bütün emperyalistlerin iştahını kabartan Cezayir, 1832-39 arasında Abdülkadir Cezayiri önderliğinde ilk direnişine başladı. Yedi yıl içerisinde binlerce ölü, sömürgeciliğin Cezayir’e armağanıydı. Daha sonra, sadece 1945’teki ‘Sedif’ ayaklanmasında 45 bin ölü sayılabildi. 1954-1962 arasındaki tablo korkunçtu: 1,5 milyon ölü, 2 milyon 800 bin tutsak… Bağımsızlıktan sonra ise bu kez hükümetin organize ettiği kontra örgütler arasındaki iç savaş 100 bin Cezayirlinin canına mal oldu.

ÇAD, 1891’den sonra Fransız sömürgesi olan bu devlette aynı kaderi paylaştı. 1961’den sonra başlayan bağımsızlık savaşına karşı gerçekleştirilen ABD-Fransız işbirliği binlerce ölüye mal oldu.

ETİYOPYA, ise aşağı yukarı ne kadar sömürgeci güç varsa, ülkesinde gördü ve hepsi tarafından da ayrı ayrı sömürüldü. 1930’da kukla ‘Kral Selasiye’ iktidar olduğunda da bir şey değişmedi. En önemlisi de açlık hiç azalmadı; emperyalistlerin yoksulluğa mahkûm ettiği Etiyopya halkı sadece 1973’teki kıtlıkta 100 binden fazla insanını kaybetti.

GİNE, başka bir Portekiz sömürgesi olan büyük devrimci Amilcar Cabral önderliğindeki devrimci hareket, onun öldürülmesine karşın başarıya ulaştı ve demokratik bir halk cumhuriyeti kuruldu. ABD ve NATO’dan aldığı yoğun askeri desteğe rağmen Portekiz, devrimci güçlerin karşısında düzenlediği katliamlarla bile tutunamadı.

GÜNEY AFRİKA, kukla yönetimi emperyalizmin bölgedeki en kanlı diktatörlüğüydü. Emperyalizmin bu ülkede işlediği suçların hesabı bile tutulamaz. Nüfusun %90’ı Afrikalı-Siyah olduğu halde beyazların vahşi diktası altında bu ülkede kurulan sömürü ağı emperyalistler için öylesine önemlidir ki, yıllar boyunca bu dünyanın en gerici rejimine bütün dünya kapitalizmi destek vermiştir. Neredeyse kölelik koşullarında elmas madenlerinde çalıştırılan siyahlar ise her ayaklanma girişimlerinde vahşi katliamlarla karşılaşmışlardır.

KENYA, eski bir İngiliz sömürgesi olan da yeni-sömürgeciliğin çürütücü etkisinden nasibini aldı. 1950’lerde Jomo Kenyatta’nın önderliğinde kazanılan “bağımsızlık” bu bakımdan bir anlam ifade etmedi. Onca mücadele ve katliamlardan sonra gelen istikrarsız hükümetler kaosunda Kenya, IMF reçetelerini uygulayan yoksulluk içindeki bir ülke olarak kaldı. Subhaneke... Bi-hamdike... Esteğfiruke...