İslami hassasiyeti olan vatandaşları adeta görünmez hale getirmek için dizayn edilen 28 Şubat sürecinde, bir dizi asılsız olay tezgâhlanarak siyaset dizayn edilmişti.

Sırf inançlarından dolayı, İslami kimliklerine sadakatlarından dolayı, Yaradana karşı ödevlerini eksiksiz yerine getirme kararlılığından dolayı, ötekileştirilen, yetmedi zulme uğratılan o da yetmedi zindanlara konulan binlerce insanın insanlığına kastedilen alçaklığın adı 28 Şubat.

 “Ordu Göreve” pankart ve sloganlarıyla provokatif yürüyüşlerin yapıldığı günlerin üzerinden çok geçmedi. Bayrak ve Cumhuriyet Mitingleri adıyla sergilenen sokak ve meydanlarda Hükümet düşürme temrinlerinin homurtuları hepimizin kulaklarında halen uğulduyordur sanırım. Başörtüsüne karşı sergilenen kudurgan düşmanlıkların aldığı en rezil tavırların midelerimizde yol açtığı tiksintiler henüz geçmiş değil.

Üst düzey komutanların talimatları doğrultusunda atılan “Gerekirse Silah Kullanırız” manşetleri de “Topyekûn Savaş” manşetleri de 'kumpas' değildi herhalde. Jandarma Genel Komutanlığı'nda aldığı brifing ve notları manşete taşıyan Mustafa Balbay'ın “Genç Subaylar Rahatsız” tehditleriyle estirdiği terörün arkasında Fethullah Gülen ve şakirtleri yoktu bildiğimiz kadarıyla.

Henüz yargılaması devam eden 28 Şubat davasında yargılanan generallerden hiç bir pişmanlık ifadesi duyan oldu mu? Yanlış yaptık değil yanlış anlaşıldık ifadesi bile çıkmıyor ağızlarından. Halkın üzerine tank sürenler, namlu doğrultanlar, başörtüsü yasağı gibi en sapkın barbarlığın planlama ve icrasını üstlenenler kimdi bu ülkede?

Milli Güvenlik Kurulu'nda hesaba çekilen seçilmiş Hükümetleri, bütün bir topluma devlet imkânlarıyla Türklük ve Atatürkçülük, laiklik ve Batıcılık dayatan askeri vesayet mekanizmasının bedenlerimizde, ruhlarımızda açtığı yaralar hala sızlıyor.

Fetö terör örgütü ne kadar gerçekse, balyoz, Ergenekon, ayışığı vs. gibi oluşumlarda o kadar gerçek.

Fetö ye odaklanıp bunların cezasız kalmasını sağlamak ve hatta size zulmettik özür dileyip tazminat ödemek, bu topluma yapılmış bir vefasızlıktır.

Son süreçte yaşananlarda görüldüğü gibi, ülkemizde adaletin kişilere göre değiştiğini herkes biliyor artık. Adalet Kişilerin insiyatifine kalırsa, kanunları istediği gibi yorumlar ve kimsenin yapacak bir şeyi kalmaz. Veya o kanunlar, sen ne yaparsan yap masumlara ceza verebilecek şekilde yapılmışsa yasa uygulayıcısının“iyi niyet temennisi” bir şeye yaramaz, yasaların değiştirilmesi gerekir. Yani her iki şekilde de işi çözüp düzeltmesi gereken mercii, yasa koyucu olarak meclis yani iktidardaki partidir.

28 Şubat şüreci hiç yaşanmamış gibi, o günkü Ergenekoncular, balyozcular çok masummuş gibi tahliye edilip serbest bırakıldı. Tam da bu süreçte onların kuklaları ve yeni aktörleri yazarlar tekrar devreye girdiler.

28 Şubat özlemi çekenler yuralı boşalmış hayvanlar gibi, tekrar taarruza geçtiler. müslümanları itibarsızlaştırıp, onların üzerinde toplumu dizayn etmiye çalışmaları, herkes tarafından müşahade etmekta.Buna zemin hazırlayanlar şapkayı önlerine alıp iyi bir düşünmeliler.Biran önce özeleştiri yapıp,durumu düzeltmeye çalışmalılar.

 

17-25 Aralık’ı, dost-modern darbe girişimini unutmayalım elbette. Ama 28 Şubat’ı, 27 Nisan’ı, 367 dayatmasını, Yakamoz ve Ayışığı darbe planlarını, Cumhuriyet ve Bayrak mitinglerini, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi cinayetlerini, başörtüsü yasaklarını, sahte şeyhleri, paravan örgütlrti, İHL’lerin önünün kesilmesini, Kur’an kurslarının kapatılmasını unutmayalım. Birde en büyük mağdurlardan refah partisi ve o zamanki adalet bakanı Şevket Kazan’ı da 28 Şubatçılardan davacı olayışınıda unutmayalım. Bu tezgahları hazırlayanların dışarıda olup, mağdurların cezaevinde olması ,bizler için utanç kaynağı olsa gerek.