Adam çok çok uzaklara baktı, baktı ve dalıp gitti. Uzun süre kendisine gelemedi. Dahası gelmek istemiyor gibi, dönmek istemiyor gibi, tekrarları tekrarlamak istemiyor gibiydi. Gittiği yerden, düşündüğü şeylerden büyük bir şaşkınlık, gariplik, endişe ve haz alıyor gibiydi.
Kendi hayatı ve bildiği bütün hayatlar bir film şeridi gibi geçip gitti gözlerinin önünden. Hatta bazısı gitmedi, gidemedi. Oralarda bir yerlerde takıldı kaldı. Tıpkı boğazına takılan bir lokma gibi... Oysa çok güzel bir çocukluk geçirmiş, gençliğini doya doya yaşamış, mutlu bir evlilik yapmış, babasının işlerini büyütmüş, dünyada erişeceği herşeye erişmişti...
Bir düşmanı yoktu, herhangi bir borcu yoktu, sağlığı gayet yerindeydi, görünürde hiç bir derdi, tasası da bulunmuyordu.
Peki bu derin bakmalar neyin nesiydi?
Dalıp gitmelerini neye yormalıydı?
Durduk yere ne olmuştu öyle?
Hayat dolu adam neden böyle dağılıvermişti?
En iyisi doktora götürüp bir hastalığı var mı diye kontrol ettirmekti. Evet, evet en iyisi buydu galiba... Doktor uzun uzun muayene etti, filmler çekti, örnekler aldı, tahliller yaptı. Hiçbir fiziki sıkıntı görünmüyordu.
Aklına psikilog arkadaşı geldi ve hastayı ona göndermeye karar verdi. O da hastasına uzun uzun sorular sordu, çocukluğuna indi, çıkarımlar yaptı. Lakin o da bir sorun tespit edemedi... Aile perişan olmuş, herkesin tadı tuzu kaçmıştı. İşler geriye doğru gitmeye başlamış, ev ise derin bir endişe ve hüzün cenderesinin içine düşmüştü.
Aile kendince tedbirler alınması gerektiğini konuşmaya başlamıştı. Öyle ya, hayat devam ediyordu ve çok tatlıydı. Ölürse nereye gömüleceği, cenazeye kimlerin çağrılacağı, miras ile ilgili mevzular, bankadaki paralar, gayrimenkul yatırımlar, iş yerlerinin ciroları...
Böyle aradan ne kadar zaman geçti bilinmez. Ağzını bıçak açmayan adam herkesin bir arada olduğu bir anda konuşma yapmak için davrandı. Herkes, pür dikkat kesildi bir anda!
Bunca suskunluktan sonra ne diyecekti acaba?
Hangi önemli cümleleri sıralayacaktı?
İlk kimi hatırlayacaktı, ilk kime sarılacaktı?.. "ölüm" dedi. Sustu, sustu, sustu... Sonra, "ölüm ne kadar garip bir şey" diye devam etti. "Çok zengin olsan da, hastane zinciri sahibi olsan da, yanında yirmi dört saat özel doktor bulundursan da ölüyorsun.
" Herkes, küçük dilini yutmuş gibi büyük bir şaşkınlık içinde söylenene ve söyleyene bakıyordu. "Öyleyse ne bu hırs niye?" diye sordu. " Daha ben ölmeden malımı paylaşma isteği neden?"
" Hiç ölüm yokmuş gibi davranmak neden?"
" Hiçbir anlamı olmayan bunca anlamsızları anlamlı kılma çabası neden?"
"Neden, neden, neden?" Diye arka arkaya sıraladı sorularını... Selam ve dua ile.