Hayatta kıymetini bilmediğimiz birçok yaşanmışlıklar var. Şöyle geçmişe baktığımızda, yeterince kıymet vermediğimizden kaybettiğimiz birçok değerimiz olduğunu, keşke onlara sahip olabilseydik dediğimiz çok olmuştur.

Filistin davasına da bu gözle bakanlardanım. Maalesef mescidi aksa ve Filistinlileri, olağanüstü bir hezeyan olunca hatırlıyoruz.

Hatırlayınca da sadece ah, vah diyoruz, ya da sloganik sözler üretiyor, meydanlarda haykırıyor ve olayın sıcaklığı geçince de unutuyoruz.

Kudüs’ün İsrail’in başkenti olma isteği Amerika başkanı Trump tarafından ortaya atıldığında, önce fazla ciddiye alınmadı. Yapılamayacağı düşünüldü.

Fakat Amerika başkanı koltuğunu sağlamlaştırmak için, dünya medyası önünde bu projeyi imzaladı ve Ortadoğu’daki yaşanan sıkıntılara bir yenisini ekledi.

Amerika’nın bu hamlesinden kimler rahatsız oldu, kimler bu konuda onları destekledi ona bakmak lazım.

Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılma isteği, sadece siyonitleri ve dostlarını memnun etti. Bunun dışında, başta Türkiye olmak üzere tüm dünya buna karşı çıktı.

Kudüs’ün tüm semavi dinler tarafından kutsal bir statüsü vardır. Sultan Abdülhamit sonrası uygulanan yanlış politikalar sonucu, Yahudiler o bölgeye toprak satın alarak girmiş ve bu zulüm o günden başlayarak bugüne taşınmıştır.

 Bu sadece İsrail’in inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemlidir. Fakat Amerika başkanı tarafından, günübirlik politikaya alet edilmiştir.

Bizler Kudüs davasını her zaman önemsemiş bir millet olarak, orayı hiçbir çıkar uğruna değişmeyeceğimizi her zaman dünyaya ilan etmiş bulunuyoruz.

Bu aşk, geçmişte de aynı idi, bugün de aynıdır. Sultan Abdülhamit hanın bu konudaki hassasiyetine bakalım.

ABDULHAMİT HAN, SİYONİSTLERİ KOVUYOR

1897 yılında Birinci Dünya, Siyonist Kongresi yapılıyor ve kongrenin sonuç bildirgesinde yayınlanan “Basel Deklarasyonu’na göre, Filistin’de bir “yurt” edinilmesi için çalışılma kararı çıkmıştı. Dünyadaki Yahudiler, dernekler organize olacaklar, Yahudi “milli duygusu” güçlendirilecek ve devletlerin desteğini sağlamaya çaba gösterilecekti.

Sultan Abdülhamit’in saltanatının ikinci evresini teşkil eden (1895-1909) yıllarında, Osmanlının mali sıkıntısını bilen Siyonistler, sultan Abdülhamit’e gelerek Filistin’e toplu Yahudi göçleri karşılığında bir takım vaatlerde bulunmuştur.

Osmanlı Devleti’nin Selanik Mebusu Yahudi Emmanuel Carasso, Siyonist bir heyetle 17 Eylül 1901 de Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna çıkarak, Rusya’da zulüm gören Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmeleri ve Yahudilere Filistin’de muhtariyet verilmesi karşılığı olarak 20 milyon altın teklif etmiştir. Bu tekliflere sinirlenen Sultan II. Abdülhamid, heyeti huzurundan kovmuştur.

Sultan Abdülhamid bu konuda “Yahudilerin Filistin’e yerleşmesini kabul etmek dindaşlarımızın ölüm fermanını imzalamaktır” diyerek sanki bugün yaşananları, o günden görmüştür.

Osmanlı Devleti’nin en zor döneminde maddi olarak Osmanlı’yı kalkındıracak tekliflerde bulunan Siyonist heyeti, huzurundan kovan ve her ne pahasına olursa olsun Filistin’den toprak sattırmayan Sultan Abdülhamid Han için, Filistin Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Refik Şakir En-Nedşe “Sultan Abdülhamid Filistin için tahtını kaybeden hükümdardır” ifadesini kullanmaktadır.

Daha sonra sultan Abdülhamid’i tahttan indiren İttihat ve Terakki mensupları devlet idaresindeki hassasiyeti kavrayamamışlar ve Filistin’e Yahudi göçünü serbest bırakmışlardır.

Yaptıkları hataların farkına varan Enver Paşa “Yaptığım bütün her şeyin hesabını verebilirim demiş ve eklemiştir; fakat bizim en büyük hatamız, Sultan Abdülhamid’i anlayamamak ve Siyonizm’e alet olmaklığımızdır” diyerek acı pişmanlığını dile getirmiştir.

Müslüman toplum Filistin ve Kudüs’ün kıymetini bilmediği gibi, sultan Abdülhamit hanın da kıymetini bilmemiştir.  O yüce sultan geleceği gören, büyük bir devlet adamı idi. Mekânı cennet olsun.

Bugün de bu davaya en çok sahip çıkan yine ülkemiz insanı ve başta sayın cumhurbaşkanımız olmuştur.

Tüm uluslararası platformlarda, katılımcılar, Filistin ve mescidi aksa konusunu gündeme getiriyor ve dünyaya duyurmaya çalışıyorlar.

Yahudiler yüz küsur yıldır, Müslümanların aczi yetinden dolayı çalışmalarının karşılığını almış durumdalar.

Müslümanlar hemen bir sonuç beklememeliler. Bu davaya gönül verdiklerini her zaman savunucusu olduklarını göstermeliler. Bu uzun soluklu bir savaştır, bizler bu savaştan yılmayacağız.

Ne mutlu bu kutsal meseleleri kendilerine dava edinenlere, onlar iki cihanda ihlasları ile öne çıkacaklardır.