Türkiye Araştırmaları Vakfından Ahmet Arda Şensoy, İsrail'in Orta Doğu'daki yayılmacı politikalarının satır aralarını AA Analiz için kaleme aldı.
İsrail, Gazze'deki saldırılarını ocak ayındaki üç aşamalı ateşkes kararına rağmen sürdürüyor. Özellikle geçtiğimiz hafta itibarıyla Gazze'de sivillere, insani yardım görevlilerine ve okullara yönelik saldırılarıyla katliam politikasına yeniden döndüğünü gösteriyor. İsrail'in bir süre aradan sonra Lübnan'a yönelik hava saldırılarına da tekrardan başladığı görülüyor. Ayrıca İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırıları da aralıksız sürüyor. Peki İsrail bu üç cephede gerilimi neden tırmandırıyor? Bu saldırıların İsrail iç politikasından Lübnan, Suriye, Türkiye ve İran'ı da içeren şekilde Orta Doğu jeopolitiğindeki yeri nedir? Son olarak, tüm bu saldırılar ve tırmandırılan geriliminin amacı Amerika Birleşik Devletleri'ni (ABD) bölgede tutmak olabilir mi? Bu sorulara tüm cepheleri ve İsrail iç politikasını kapsayacak şekilde çok katmanlı olarak cevap aramak gerekiyor.
NETANYAHU'NUN KOLTUĞUNU KORUMA MANEVRALARI
İsrail'in Gazze'de tekrar yoğunlaşan katliamlarının Gazze'nin insansızlaştırılması ve işgalinin yanı sıra İsrail iç politikasında da kritik bir yeri var. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun iç politikada karşı karşıya olduğu sayısız kriz ve 7 Ekim'de aldığı ağır darbe ülkeyi sonsuz savaşlar döngüsüne sokmuş durumda. Mart ayının sonunda bütçe oylama krizi sebebiyle hükümetinin düşmesi ve erken seçim kararı alma riskiyle karşı karşıya kalan Netanyahu, Gazze'ye saldırılarını artırarak bu krizi aşma yoluna gitti. Ocak ayındaki ateşkesi protesto etmek için hükümetten ayrılan Itamar Ben-Gvir, Gazze'de savaşın yeniden başlatılması sonrası bakanlığa geri döndü. Diğer taraftan Netanyahu iç istihbarat birimi Şin-Bet Başkanı Ronen Bar'ı yüksek mahkemenin aleyhte kararına rağmen görevden alarak kendisine ve ekibine yönelik soruşturmaları yönlendirme şansı elde etti. Dolayısıyla Netanyahu'nun Gazze'deki ateşkesi bozarak ve yeni tüm ateşkes girişimlerini reddederek siyasi geleceğini garanti altına almaya çalıştığı ortada. Koalisyonun dağılması sonrası muhtemel bir erken seçimi kaybedeceğine kesin gözüyle bakılması ve hakkındaki davalar dolayısıyla hüküm giymesinin de kaçınılmaz olduğu düşünüldüğünde Netanyahu'nun bu hamlesinin sebebi daha iyi anlaşılabilir.
Gazze'deki saldırıların yanında Lübnan ve Suriye'ye yönelik saldırılar ise bu resim içerisinde Netanyahu hükümeti ve İsrail devletinin bölgedeki yayılmacı politikalarını simgeliyor. Lübnan'daki saldırılar Hizbullah'ın karşı saldırı yapamayacak hale getirilmesi ve ülkenin içinde bulunduğu kaosla birlikte düşünüldüğünde İsrail için aralıklarla devam edecek bir davranışa dönüştü. Lübnan'ın güneyinin saldırılarla insansızlaştırılması ve özellikle beyaz fosfor kullanımıyla yaşanmaz hale getirilmesiyle bir tampon bölge tesis edilmiş oldu. İsrail'in önümüzdeki süreçte de Beyrut’a hava saldırılarını sürdürmesinin önünde bir engel bulunmuyor.
SURİYE YENİ LÜBNAN MI OLACAK?
Diğer taraftan İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırıları da yoğun bir şekilde devam ediyor. İsrail, Suriye'ye iç savaşın sona erdiği aralık ayından bugüne kadar 700'den fazla saldırı gerçekleştirdi. İsrail havadan yapılan saldırılarda devrik Esed rejiminden kalan askeri tesisler ve mühimmatları hedef alırken karadan ise sınır bölgesinde 1974 anlaşmasıyla kurulan tampon bölgeyi işgal etmiş durumda. Bu noktada, İsrail'in merkezi otoriteyi sağlamış bir yönetim yerine Lübnan benzeri siyasal ve sosyal olarak bölünmüş ve askeri olarak zayıf bir Suriye hayal ettiği söylenebilir. Şam'ın güneyindeki Dera ve Kuneytra'da tıpkı Lübnan'ın güneyi gibi silahsızlandırılmış bir tampon bölge kurarak işgale hazır hale getirilmesi de yapılan saldırıların amaçlarından biri.
Ancak Suriye devrimi sonrası Türkiye’nin artan etkisi, ABD’nin terör örgütü PKK/YPG'ye desteğini kesme ihtimali ve Ankara-Şam arasında muhtemel askeri, ekonomik ve politik işbirliğinin İsrail'in Suriye'ye yönelik yayılmacı girişimleri önünde set çekme ihtimali Tel Aviv'i endişelendiriyor. Yani İsrail'in yeni Şam yönetimi ve Türkiye'nin muhtemel yakın ilişkilerini bir tehdit olarak algılaması, tıpkı Gazze'de veya Lübnan'da yaptığı gibi Suriye'ye de istediği an saldırı düzenleyebilme ve işgal edebilme "hakkını" kaybetme endişesinden kaynaklanıyor. Türkiye'den gelen açıklamalar İsrail ile bir çatışma istenmediği yönünde ancak İsrail basınında çıkan haberler ve sahada gerçekleşen saldırılar İsrail’in Şam kadar Ankara'ya da bir mesaj verme kaygısı olduğunu ve Suriye’de istikrarlı ve üniter bir yönetime karşı olduğunu ortaya koyuyor.
ABD’DEN GELEN SİNYALLER
İsrail'in özellikle Suriye'ye yönelik saldırıları bir başka amaç daha taşıyor. Donald Trump'ın ABD başkanlık görevine başlamasıyla birlikte Suriye'den asker çekme kararı alacağı konuşuluyordu. Bu noktada, İsrail'in Suriye'yi istikrarsızlaştırma girişimi ABD'nin bu kararı almasını engelleyerek Amerikan askeri varlığının bölgede kalmasını sağlamayı hedefliyor. Trump'ın bu süreçte Ortadoğu'ya yönelik odağı İran ile müzakereler olsa da İsrail'in hem ABD’nin İran politikasında kendine bir yer kapma çabası hem de Suriye üzerinden ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni krizler üretme hedefi olduğu söylenebilir.
Trump'ın hem ilk başkanlık döneminde Suriye'den çekilme kararı alması hem de başkanlık döneminde ekibinden gelen benzeri açıklamalar düşünüldüğünde ABD'nin Suriye'den çekilmeyi değerlendirdiği bir gerçek. Son olarak, ABD'nin Yakın Doğu işlerinden sorumlu bakan yardımcısı olarak atanan Joel Rayburn'un yaptığı açıklamalarda yeni Şam yönetimine yönelik pozitif söylemleri hem ABD'nin Suriye'den muhtemel çekilmesine dair bir ipucu hem de Trump ile Netanyahu arasındaki yaklaşım farkını göstermesi açısından değerli. Görev alanları arasında Suriye de bulunan Rayburn'un yaptırımların kaldırılması, dış müdahaleyi reddetmesi ve Şam'daki yeni hükümetten memnuniyetini dile getiren açıklamalarıyla ABD'nin İsrail'in hayalinin aksine Suriye'ye yönelik istikrarı destekleyici bir pozisyon aldığı söylenebilir. Dolayısıyla, Trump için Suriye yönetilip maliyet üretmeyecek şekilde kenara koyulması gereken bir konuyken Netanyahu için ise istikrarsızlığı artırıcı şekilde kaşınması gereken bir mesele olarak görülüyor. Ancak Tel Aviv yönetiminin yönlendirmesiyle, Trump yönetimi üzerinde Şam yönetiminin güneydeki askeri varlığı veya Türkiye'nin Suriye'de artan etkisinin İsrail'e tehdit oluşturduğu kanısının oluşturulması ABD'nin Suriye'den asker çekmesini geciktirerek İsrail politikalarına yakınlaşmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak İsrail, 7 Ekim sonrası Gazze'deki soykırımı, Lübnan ve Suriye'ye yönelik saldırıları ve işgal girişimleriyle sonsuz savaşlar döngüsüne hapsolmuş durumda. Netanyahu'nun siyasi geleceği için bu savaşları sürdürmesi, bunu da ABD'nin tam desteğini alarak yapması gerekiyor. Dolayısıyla İsrail, ABD'den aldığı sınırsız desteğin devamı gibi politik bir hedef için askeri yöntemleri kullanmaya devam ediyor. Bu askeri yöntemlerin içeriğinde soykırım, aç bırakma, havadan bombalamalar ve karadan işgallerin olması ise İsrail’in bölge politikasında veya ABD'den gelecek desteğin içeriğinde önemsiz bir ayrıntı olmayı sürdürüyor. İsrail’in böyle kontrolsüz bir Siyonist hükümeti ve sınırsız yayılma arzuları varken ABD'nin politik ve askeri desteği olmadan bunu devam ettirebilme lüksü de bulunmuyor. Yani İsrail, Gazze'de soykırımı sürdürebilmek için ABD'den gelecek askeri yardıma ve mühimmatlara, İran ve uzantılarına karşı ABD'nin politik desteğine, Suriye’deki gibi işgal ve istikrarsızlaştırma girişimleri için de ABD’nin Suriye’de asker bulundurmasına ihtiyaç duyuyor. Kısacası İsrail bu desteğin devam etmesi için bölgeyi ateşe atmaktan geri durmuyor.