-‘Peşin hüküm verme’

-‘Ben bilirim enaniyeti’ -‘Kadere olan itikadı zayıflık’ nedeniyle bir “acelecilik” tüm yaşamımızı esir almış durumda.

Elimize aldığımız bir kitabın ilk sayfasına bakarak yorum yapıyor, gördüğümüz bir olayın iç yüzünü öğrenmeden hemen karar veriyoruz.

Bu sabırsızlık ve acelecilik tüm hayatımıza hükmediyor.

Rabbimin bize takdir ettiği olayların sonunu görmeden ahlayıp vahlıyoruz.

Hikâye meşhur, bilenler bilir:

“Köyün birinde yaşlı bir adam varmış. Bu ihtiyar çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış.

Dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama hiç satmaya yanaşmamış.

-Bu at benim için bir dost, insan dostunu satar mı? dermiş. 

Bir sabah kalkmışlar ki at yok.

Köylü ihtiyarın başına toplanmış.

-Zavallı ihtiyar, bu atı sana bırakmayacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın demişler.

İhtiyar: -Karar vermek için acele etmeyin.

Sadece at kayıp deyin, Çünkü gerçek bu. Bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.

Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece yarısı dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.

Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.

-Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.

-Karar vermek için gene acele ediyorsunuz demiş ihtiyar.

-Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bu daha başlangıç.

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden

-Bu ihtiyar gerçekten tuhaf demişler.

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.

Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.

Köylüler gene gelmişler ihtiyara.

-Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Sana bakacak başkası da yok.

İhtiyar:

-Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz diye cevap vermiş.

-Oğlum bacağını kırdı. Gerçek sadece bu.

Birkaç hafta sonra, düşmanlar ülkelerine büyük bir ordu ile saldırmış. Kral eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.

Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler ihtiyara gelmişler.

-Gene haklı çıktın. Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki köye hiç dönmeyecekler.

-Siz erken karar vermeye devam edin demiş, ihtiyar.

-Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Sonucun ne olacağını sadece Allah biliyor.”

Hikâye nasıl bitiyor ya da bitiyor mu bilmiyoruz.

Bilmemiz gereken tek şey: Olaylar karşısında acele hüküm vermeden, sabrederek kader-i İlahi’yi beklemek gerek...