HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi ve Medya Başkan Yardımcısı Şeyhmus Tanrıkulu beraberinde bulunan Gaziantep İl Başkanı Faruk Göçer, Sabri Yüzgeç ve Mehmet Kaya ile birlikte Referans Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yaşar Yavuz’u ziyaret etti.
Yavuz’un sorularını yanıtlayan Tanrıkulu, yeni anayasa, Türkiye-İsrail ilişkileri ve Filistin’de yaşanan insanlık dramına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
ÖNERİMİZİ SUNDUK
Türkiye’de sivil anayasa tartışmalarının devam ettiğini bildiren Tanrıkulu, “Bilindiği üzere şu anda yürürlükte olan 1982 Anayasasının defalarca bazı maddeleri değiştirildi. Fakat sonuç itibariyle bir darbe ürünü olması, temel hak ve özgürlükleri kısıtlanması sebebiyle bu anayasanın değişmesi gerektiğini bütün siyasi partiler dile getiriyor. Geçmişte de bunların ilgili komisyonlar da oluşturdu, fakat ortak mutabakat sağlanamadığından dolayı yapılamadı. HÜDA PAR olarak yeni anayasada olması gerekenler ve olmaması gerekenlerle ilgili kamuoyuna paylaştığımız bazı önerilerimiz vardı. Bunu hükümete de kamuoyuna da sunduk. Her şeyden önce Anayasa toplumsal bir mutabakat gereği olarak yapılmalıdır. Yani toplumsal uzlaşı örneği olmalıdır. Bir ülkede anayasa varsa en üst makam anayasadır. Yani iktidar, başbakan, cumhurbaşkanı ne bileyim en bir memurunu bile bağlayan anayasadır. Dolayısıyla toplumun içerisinde farklı etnik kimlikler, farklı inanç grupları tamamen göz önünde bulundurularak herkesi razı edecek bir anayasanın oluşması gerekiyor.”
İLK 4 MADDE HÜDA PAR’IN GÜNDEMİNDE
İlk 4 madde ile ilgili görüşlerini dile getiren Tanrıkulu, “Mevcut olan anayasada itiraz edilen bazı maddeler var. Mesela bunlardan bir tanesi halkın iradesine ipotek koyacak maddeler. Anayasayı madem ki insanlar yapacaksa hiçbir insanın yapacağı anayasada tamamen nas olarak kabul edilmemelidir. Şimdi işte anayasa maddesinde 4’üncü maddede, “İlk üç madde değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ifadesi yer alıyor. Biz bunun doğru olmadığına inanıyoruz. Çünkü böyle bir madde koymak, gelecek neslin iradesini ipotek altına almaktır. Dolayısıyla bize göre anayasada değiştirilemez hiçbir madde olmamalıdır. Zaten siz anayasada herhangi bir maddeyi değiştirebilmeniz için beşte üç çoğunluk yani nitelikli çoğunluk yakalamanız gerekiyor. 400 milletvekilinin olması şartı var, bu da çok kolay bir şey değil.”
SİYASETÇİLER TOPLUMA BORÇLU
Geçmiş yıllarda Anayasadaki bazı maddelerin Referandum ile değiştirildiğini anlatan Tanrıkulu, “Bizim düşüncemize göre Anayasada toplumsal barışı sağlamak adına bu ülkede yaşayan farklı etnik, kimlik ve inanç gruplarının kendilerini rahat bir şekilde görebilecekleri ve ifade edebilecekleri maddelerin olması gerekiyor. Anayasanın sadece belirli bir ırka isnat edilen maddelerinin olmaması gerekir. Çünkü bu ister istemez tepkilere neden oluyor. Yani birisi ırkçılığı yaptığı zaman, mülkiyetçilik yaptığı zaman farklı milletlerden etnik kimliğe sahip olanlar buna itiraz ediyor. Bunun olmaması gerek. Diğer bir husus inanç özgürlüğünün açık ve net bir şekilde anayasal güvence altına alınması gerekiyor. Mesela bunlardan bir tanesi başörtüsü meselesidir. Halen başörtüsü özgürlüğünün anayasal teminat altına alınmamasından dolayı İslami kesimin bir endişesi var. Ola ki yarın farklı bir hükümet geldiği zaman yasalar yerinde durduğu için Aynen 28 Şubat sürecinde uygulanan zulümler, haksızlıklar tekrar yaşanabilir. Böyle bir endişe var. Dolayısıyla başörtüsünün de başta olmak üzere inanç özgürlüğünün net anlaşılır bir şekilde anayasada yer edilmesi gerekiyor. Yine anayasadaki Laiklik İlkesinin bize göre anayasada çıkarılması gerekiyor. Çünkü hem inancımıza hem kültürümüze aykırı olan bir ilkedir bu ilke. Çünkü Laiklik ilkesiyle aslında İslam karşılıklı bir pratikte gösterildi. Halbuki Laiklik İlkesi bilindiği üzere CHP'nin diğer oklarıyla birlikte, 1937 yılında anayasaya girdi. Yani halkın kabul ettiği, ya da referandumla kabul edilen bir husus değil. Laiklik ilkesi adı altında bu ülkede Müslümanlara hep baskı yapıldı, zulümler edildi, haksızlıklar yapıldı. Dolayısıyla Laiklik ilkesinin tamamen anayasadan çıkarılması gerektiğine inanıyoruz. Yine resmi dille alakalı olarak da biliyorsunuz anayasada resmi dil Türkçedir. Buna kimsenin zaten itirazı yok ama bugün 30 milyona yakın Kürtlerin yaşadığı bir ülkede de Kürtçe'nin de ikinci bir resmi dil, Arapça'nın üçüncü bir resmi dil olması aklın da bir gereğidir. Bunlar da kendi içerisinde, kendi yerelinde talepler olduğu müddetçe ana dilde eğitim ve öğretimin yapılması gerekiyor. Şimdi bunlar yapıldığı zaman Türkiye'de toplumsal bir uzlaşı sağlanır. Dolayısıyla 12 Eylül Cuntasının yaptırdığı faşist anayasadan biz adil, yeni, sivil ve adil bir anayasa yapılmasını aslında şu anki siyasetçilerin toplumda olan bir namus borcu olduğunu söyleyebiliriz. Bu siyasi partiler de mutlaka bunun gereğini yerine getirmelidir” diye konuştu.
MESELEYE ÇOK YÖNLÜ BAKILMALI
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Öcalan çıkışına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Tanrıkulu, “Toplumsal barış sağlanacaksa biz her türlü oluşuma katkı sunarız, bunu da Genel Merkez olarak açıklamıştık. Fakat Sayın Bahçeli'nin yapmış olduğu açıklamanın mutlaka bir öncesi var. Bu çağrının öncesin olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla konunun netleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Herkes kendi eteğindeki taşları döksün. Gerçekten bu mesele, “Adalet temelinde, kardeşlik hukuki içerisinde çözülmek mi isteniyor yoksa farklı amaçlar mı gözetleniyor?” ona bakmamız gerekiyor. Fakat sonuç itibariyle Sayın Bahçeli'nin böyle bir açıklama yapması değerlidir. Kendisi düşünce olarak da belli. Fakat şunu unutmayalım. Abdullah Öcalan’ın Kandil ve PKK üzerinde öyle etkisi yok. Onlara silah bıraktıracak bir etkisi de yok. Çünkü biz bunu geçmişte gördük. Dolayısıyla şu anda Amerika'nın desteğiyle çok ciddi bir şekilde silahlanmış, aynen askeri bir ordu düzeninde örgütlenmiş bir PKK var. Bunlar da elindeki silahı öyle kolay kolay bırakmazlar. Dolayısıyla bunlara verilen desteği kesebilmek adına Kürt Halkının, Ana Dilde Eğitim ve Öğretim, Kürtçe'nin ikinci resmi dil olması gibi taleplerinin karşılanması, o yöne yapılacak olan desteği en aza indirir.”
TÜRKİYE, HEDEFTE
Filistin’de devam eden insanlık dramına değinen Tanrıkulu, “Bilindiği üzere Siyonist Terör Rejimi bir yıldan fazladır, Gazze'de, Filistin'de, Lübnan'da, Yemen'de çok ciddi soykırımlar yapıyor. Bunlar ABD'nin desteğiyle yapılıyor. Ülkemiz, bundan sonraki hedefin Türkiye ve İran olacağını gördü. Dolayısıyla İsrail eğer durdurulmazsa yani onun yapmış olduğu bu katliam ve soykırımların önüne geçilmezse ki şu ana kadar herhangi bir adım da atılmadı. Türkiye’yi büyük bir tehlike bekliyor. Aynı zamanda bu Siyonist terör rejimi Son zamanlarda Suriye'yi de bombalamaya başladı. Yani Suriye'nin kilit noktalarını da bombalamaya başladı. Oradaki Esad rejiminin zayıflaması, PKK'nin güçlenmesi anlamına gelir ki Suriye'yi de iyi günler beklemiyor. Dolayısıyla Türkiye bu tehlikeyi gördüğünden dolayı toplumsal bir barışı sağlamak adına böyle bir adım atıldı. Bundan dolayı eski güvenlikçi zihniyetin bir tarafa bırakılması, hamasi duyguların bir tarafa bırakılması akıllıca reel bir şekilde hareket edilmesi Türkiye'nin ve 86 milyon insanın faydasını olduğuna inanıyoruz” dedi.
İSLAM ÜLKELERİ SESSİZ
Filistin’de yaşananları dile getiren Tanrıkulu, “Filistin meselesi, Kudüs meselesi de bizim siyasetimizin aslında değişmez gündemlerinden bir tanesi. Aksa Tufanı'ndan önce Kudüs'ün ve işgal edilmiş İslam topraklarının özgürlüğüne kavuşması gerektiğini daha önce de açıkladık. Siyonist terör rejimi tarafından işgal edilmiş topraklarını kurtarmaya çalışan bir direniş, bir Filistin halkı var. Bunlara her türlü yardımın maddi ve manevi olarak edilmesi özellikle Müslüman ülkelerde İslam ülkelerine vaciptir bu. Siyonist terör rejimi dünyanın gözü önünde bu kadar katliamlar, soykırımlar yapmasına rağmen İslam Ümmetinden bunu durdurabilecek bir eylem biz göremedik. İnsanlar çıkıp tepkilerini dile getirebiliyorlar, İsrail menşeili malları boykot ediyorlar. Etkili adımlar atıyorlar, fakat bu tamamen bu soykırımı durdurmaya yetmiyor. Dolayısıyla bunu durdurabilmek için İslam Devletleri adına adım atılması gerekiyor. Bize göre şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti başta olmak üzere özellikle bölge ülkelerini İsrail'den olan ilişkilerini tamamen sonlandırmamaları hatta devam ettirmeleri aslında bu soykırıma dolaylı bir destektir” diye konuştu.
TİCARİ İLİŞKİLER KESİLMELİ
Açıklamalarını sürdüren Tanrıkulu, “Türkiye'den hala Siyonist terör rejimine mal gidiyor. Yani ticaret yapılıyor. Evet hükümet diyor ki biz 40 kalemde biz malları yasakladık, ihracat yapmıyoruz deniyor. Ancak medyaya yansıyan bilgiler bunun aksinin yaşandığını gösteriyor. İsrail'e yapılan ticaret sıfıra düşmüş ama Filistin'e yapılan ticaret, örneğin demir ihracatı 14 kat artmış. Filistin Devlet kağıt üzerinde var ve orası bir savaş alanı. Peki bu kadar demir Filistin'e nasıl gidiyor? Çelik nasıl gidiyor? Demek ki kağıt üzerinde kamuoyunun tepkisini çekmemek için veya kamuoyu yanıltmak için Filistin'e gidiyor gibi gösterip tekrar İsrail'e firmalara mal götürüldü. Bu durum açık ve nettir. Şimdi Türkiye'nin bu hatadan kurtulması gerekiyor. Biz ilk günden beri söyledik. Siyonist terör rejimiyle bütün ticaretin kesilmesi gerekiyor. Diplomatik ilişkilerin kesilmesi gerekiyor. Özellikle Kürecik Radar Üssünden onlara bilgi akşının gitmemesi için önlenmesi gerekiyor. Yani önleyici tedbirlerini alması gerekiyor. Bunlar yapılmadığından dolayı soykırımlar devam ediyor ve Suriye üzerinden de Türkiye'yi büyük bir tehlike bekliyor. Dolayısıyla bugün sadece İslami aşından değil vicdanını kaybetmeyen İnsanlar da bu Siyonist rejimle ciddi bir şekilde tepki göstermektedirler. Bugün belki de Türkiye'de yapılan eylemlerden çok daha kalabalık, çok daha etkili etkinlikler Avrupa'nın birçok ülkesinde yapılıyor. Avrupa'da bütün baskılara rağmen vicdanı kaybetmemiş insanlar çıkıp bu soykırımı en azından protesto edebiliyorlar. Aslında Filistin'i, Kudüs’ü satan Arap rejimlerine karşı da aynı zamanda bir tepkidir ve onların da oyun ve tuzakları boşa çıkarıldı diyebiliriz. Çünkü Abraham Anlaşmalarıyla aslında Filistin, Gazze, Kudüs, İsrail'e satılmıştı” dedi.
ADIM ATILMAMASI MANİDAR
Tanrıkulu, “İsrail'in de kendine göre bir hayali var, bir ütopyası var ve bunu da dini açıdan destekliyorlar. Fakat bu Arz-ı Mevcuda baktığımız zaman Türkiye'nin de bir kısım toprakları da içinde ve bunlar da e her gün medyada haritalar yayınlanıyor. Açık bir şekilde bu hedef medya ve sosyal medyada yayılıyor. Tüm bunlara rağmen hala devletin, hükümetin adım atmaması, bu tehlikeyi görmemesi, gördüğü halde gerekli adım atmaması da manidardır.”
HÜKÜMETE SESLENDİ
Hükümete bir kez daha çağrıda bulunduklarını söyleyen Tanrıkulu, “İsrail'e olan ticareti sıfırlayın. Artık İslami sorumluluğun da ötesinde vicdani, insani bir somut gereği olarak bunu yapın. İsrail ve ABD ile diplomatik ilişkileri kesin. Dolayısıyla İncirlik Hüsnü, Küreci Üssünü kapatın. Filistin’de mücadele veren insanlara destek verilmesi gerekiyor. Bizler konuşabilir ancak icra başı olan hükümet veya devlet bizim gibi konuşamaz konuşmaması gerekiyor. Pratikte ne gerekiyorsa onu yapması gereklidir. Tarihsel olarak da Türkiye'nin üzerinde büyük bir sorumluluk var. Bilindiği üzere Osmanlı bakiyesi üzerinde bir Cumhuriyet kuruldu. Bu Cumhuriyetin gereği de olsa Türkiye’nin o bölgeye bir hamilik yapması gerekiyor. Bir asır önce Osmanlı'ya bağlı olan topraklar üzerine şu anda operasyonlar yapılıyor, katliamlar yapılıyor. Türkiye bunu kendisinden uzak görmemelidir. Özellikle tarihsel anlamdaki ilişkileri birileri örtmeye çalışıyor, görmezden gelmeye çalışıyor. Bizim bu oyunlara da gelmememiz lazım. Tarihsel bağımızı da göz önünde getirerek etkili ve caydırıcı adımlar atmamız gerekiyor” diyerek sözlerini noktaladı.