Müslüman âlemine baktığımızda fitne ve fesadın eksik olmadığını görüyoruz. Bu bugün olduğu gibi dün de böyleydi. Cehalet devam ettiği sürece, bu böyle sürecek gibi.

Biz Müslümanlar İslam kardeşliğini tam anlayıp yaşayamadığımızdan dolayı, dış güçlerin de etkisiyle kendi içimizde rahat bir yaşam süremiyoruz.

Rahat bir yaşamdan kastımı biraz açayım.

Dünyanın nimetlerine baktığımızda belki de en rahat olması gereken ülkeler arasında, Ortadoğu’da ki ülkelerin gelmesi gerekiyor. Allahu Teâlâ birçok açıdan o bölgeyi bereketlendirmiştir.

Ortadoğu dini, coğrafi ve petrol açısından o kadar zengin ki, bunun kıymeti bilinmiyor.

O bölgedeki yöneticiler bu zenginliği kullanamadığından, dünyaperest bir yaşam sürdüklerinden o halklar, yıllardır zulüm içinde yaşamaya mahkûm edilmiş durumdadır.

Amaçlarının dünya olması, Allah’ın rızası olmaması olsa gerek, her yaptıklarına batılı dostlarından icazet almadan devam edemiyorlar.

İktidar olan her lider, önce onların görüşlerine başvuruyor ve batıda ki dostlarını ziyaret ediyor. Daha sonra yapacaklarına yön veriyor.

Genellikle batıdan bir kısım yardım gören Ortadoğu’daki liderler, onların istediği gibi politikalar üretmeye başlıyorlar. İktidarları birbirleriyle didişmekle, savaşmakla geçiyor.

Hâlbuki bu Müslüman ülkeler bir araya gelebilse, ortak tarihlerini, ortak değerlerini hatırlayarak canlandırabilseler, gelecekleri için projelerin yanında, bağımsız politikalar üretebilseler, belki de müreffeh bir hayat süreceklerini, yaşam kalitelerinin yükseleceğini düşünüyorum.

Bunlar kuran eksenli bir hayat yaşamadıklarından başlarına geliyor. Rabbimiz enfal suresinde şöyle buyuruyor.

“Allah'a ve O'nun Elçisi'ne tabi olun ve birbirinizle didişmeyin! Sonra direncinizi yitirirsiniz, rüzgârınız da kesilir. Kesinlikle (sabredin) direnin, unutmayın ki Allah direnenlerle birliktedir”

Allah’ın emrini değil de, batılı dostlarının emriyle kendi heva ve heveslerine kul olan bu insanlar, hem kendi halklarının hem de bölgedeki dost ve akrabalarının haklarına girmiş durumdalar. Bölge halkları kendi inançlarıyla, kültürleriyle yaşayamıyorlar, böyle olunca da onlar gibi düşünmeye başlıyorlar. Dirençleri güçleri kalmıyor ve Allah’ın yardımını da bulamıyorlar.

Anlayamadıkları bir durumda, hem dünyayı hem de ahireti kaybetmeleridir. Bunun örneğini de yine kuranı Kerim’den bir örnekle anlatalım.

ALLAHI UNUTANLARIN MİSALİ

Kehf suresinde 32. Ayetiyle başlayan bir misali Allahu Teâlâ bizlere ibret için anlatıyor.

“Onlara, misal olarak şu iki adamı anlat. Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, ikisi arasında da ekin bitirmiştik.

Bağlardan ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.

Bu adamın başka serveti de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: "Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm."

Böyle bir inkâr içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: "Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, orada bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum."

Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben, "Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (sperm) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'ı inkâr mı etmektesin? Hâlbuki O Allah benim rabbimdir ve ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde, 'Maşallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır' deseydin! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de rabbimin bana, senin bağından daha iyisini vereceğini umuyorum; Allah senin bağına gökten afetler gönderir de bağ boş ve kaygan bir zemin haline gelir. Ya da bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu aramaya bile gücün yetmez."

Derken onun serveti yok edildi de çardakları yere çökmüş bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü çırpınmaya başladı. "Ah, diyordu, keşke ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!"

Ona Allah'tan başka yardım edecek herhangi bir topluluk yoktu; kendisi de (bu felâkete) engel olamadı.

İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah'a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel akıbeti veren yine O'dur.”…Kehf suresi 32-44

Müslümanlar hangi mevki ve makam da olurlarsa olsunlar, Allah’ın rızasına uygun olarak yaşamayı düşünmelidirler. Bu kısa dünyada yapılan yanlışların hesabının da olduğunu unutmamak gerekir. Allah hem sizden, hem de batılı dostlarınızdan hesap soracaktır. Lüks yaşantınız ve iktidarınızın sizlere hiç faydası olmayacak, sizi kurtaramayacaktır.